3 Mayıs 2008 Cumartesi

yaşam güzel




bir çocuk doğduğunda bu pisliğin, kargaşanın ortasında
doğduğunda bir çocuk bir anne ve bir babanın avuçlarına
anlaşılamayan şeyler vardır hala,
bir insan olması gibi doğanın

bir çocuk büyüdüğünde ve nefret ettiğinde bu yaşamdan
başlar dört bir yanda büyükler,
"yaşam güzel,
yaşam güzel!"

tabii, yaşam güzel halen inadına nükleer savaşların
bir zamanlar atılan atom bombasının
yahudi toplama kamplarının
nazilerin, mussolinin, bushların, evrenin
yaşam güzel inadına sınırlar yaratan teröristlerin
hazır ol ve rahatların ardından çekilen bayrakların
marşlar eşliğinde tabur tabur öldürmeye gönderilenlerin
marşlarla ve çarpım tablosuyla ve müfredatlarla beyinleri yıkananların
inadına tuğlaların gök-delenlerin meydanlarda üniformalarıyla dövecek adam arayanların inadına güzel yaşam.

yaşam güzel inadına kızılderili kanlarının, aborjin cesetlerinin
makinaların, düğmelerin, tüfeklerin, demirler ve zincirlerin
yaşam güzel inadına elektrikli sandalyelerin, tazzikli suların
yaşam güzel
yaşam güzel inadına şeyhlerin, bakanların, patronların
yaşam güzel
yaşam güzel inadına
yaşam güzel
yaşam güzel
yaşam güzel

yaşam çok güzel
inadının gittiği yere kadar

1 Mayıs 2008 Perşembe

KARANLIK





DUVARLARIN İÇİNDE GÜNEŞ OLMAZ

8 Nisan 2008 Salı

diamon




yok-luğunda kara-rırk-en gece...

"en fazla ne kadar kararır?" sordu içi içine, "gözlerin kapalılığı karanlık değilken en fazla ne kadar kararır gece..."

"yalnızca duvarların ardı aydınlık" dedi içi içine, "dört bir yan duvar..."

"ya çıkış, ellerin bağlılığında çıkış var mı?"

"renkleri bağlayamazlar, her şey senin zihninde."

"ya zihni esir alırlarsa?"

"bırakma."

"canım yanıyor."

"yanacak."

"ne kadar sürecek?"

"yanlışlarla oyalanma."

"yaşamak nedir?"

"ölmek nedir?"

"kurtuluş ölüm mü?"

"kurtulmak istiyor musun gerçekten?"

"herkes ister."

"yanlış cevap."

"sen istemiyor musun?"

"genellemeler yalandır."

"tüm cümleler kadar?"

"belki."

"herkes mutlu olmak istemez mi?"

"mutlu olmak yalandır."

"tüm kelimeler kadar?"

"belki."

"saf olmak istiyorum."

"geç kaldın."

"konuşmayı unutsam?"

"düşünmeyi unutabilir misin?"

"evrimi geri sarmam mı gerek?"

"belki."

"canım yanıyor."

"yanacak."

"ne kadar sürer bu?"

"yanlış_"

"_larla oyalanıyorum."

"öğreniyorsun."

"istemezdim."

"çoğu gibi."

"çokluk derece bildirir mi?

"kullanana göre değişir bu."

"düğüm diye bir şey var mıdır?"

"kim bilir."

"ben değil, sen?"

"ben oyalanmıyorum."

"ya şans?"

"bir korsan işler yolundaysa demişti."

"işim olmadığında yolsuzlaşıyorum."

"işin olmadığında yol için özgür de kalabilirsin."

"özgürlük nerede başlıyor?"

"her şey zihninde."

"bunu sevebilirim."

"daha çok canın yanmalı."

"yani acının sonu var mı, diyorsun?"

"ya da yolun sonu yoktur."

"belki."

"ezber değil, algı."

"bir zamanlar kitaplar okumuştum."

"ben de."

"artık okumuyor musun?"

"böyle mi dedim?"

"hayır."

"tamam."

"okuduğum kitapları sormayacak mısın?"

"sen benimkileri soracak mısın?"

"bilemiyorum. konumuzla alakalı mı?"

"herşey sarmalsa?"

"şizofreni?"

"algıyı ezberleyemezsin."

"belki."

"ezber değil demiştim sana, tekrar yanlış cevap."

"yanlış nedir?"

"hayatı fazla ciddi alıyorsun."

"dalga mı geçmeli dersin?

"gereklilik şart kipi yoktur derim."

"sevmemek inkar etmek midir?"

"her şey zihindedir."

"zihninin sınırları dünyanın sınırlarını belirler diye okumuştum bir yerde."

"blake. algı."

"sonsuz görünürdü."

"ya da yalnızca oluş."

"köylü bir kadına çıplak okuma yazma öğretmek aşağılık mıdır?"

"ya bir insanı kente hapsetmek?"

"bir yerlerde oynayan bir taş olmalı."

"sayısız."

"neden karanlık?"

"öğrenmişsin."

"görüyorum."

"herşey zihindedir."

"ellerim bağlı."

"algı düzlemini değiştir."

"ne yapabilirim?"

"gereklilik şart kipini unutabilirsin."

"toplumsalsızlaşmak?"

"ön koşul."

"koşullar var demek.."

"kelimelere anlam yüklüyorsun."

"tek aracım dilim."

"algı düzlemi_"

"mi değiştireyim."

"hala öğreniyorsun."

"değişmeli miyim?"

"istiyor musun?"

"herkes ister."

"yanlış_"

"cevap."

"evet."

"arayan aradığını bulana kadar bırakmasın. incil."

"kutsal kitap okur musun?"

"onlarca."

"öğrenmemenin sırrı nedir?"

"belki hiçbir şeyin sırrı yoktur."

"oluş."

"yalnızca."

"ya düşünmek?"

"karıştırmakla eşdeğer çokca."

"doğum sonrası."

"belki dil cinayettir."

"fazla kalabalık değil mi buralar?"

"uygarlık."

"kan kokusu var bir yerlerde."

"arkaik kabilelerden zihnine ulaşıyor."

"iletişim?"

"algı."

"geçiyor muyum?"

"sorularla ilgilenmezsen."

"garanti?"

"asla yoktur."

"ya nedenler?"

"ilgileniyor musun?"

"bir anda bırakmak zor."

"canın yanacak."

"başka yolu yoksa.."

"acıyı unut."

"ya varsa?"

"acıyı unut."

"deneyeceğim."

"başaramazsın."

"bilebilir miyiz?"

"halen cevaplar veriyor ve istiyorsun."

"herkes is_" "temeyebilir evet."

"güzel."

"anlıyorum."

"evet."

"yavaşlık sorun mu?"

"senin için?"

"sanmıyorum."

"değil."

"acı güzelleşir mi?"

"belki. kimilerinde."

"damarlarımda akışı hissediyorum."

"belki junk."

"ne sağlar?"

"yardım."

"aşmak."

"aşmak."

"sanki beynim uyuşuyor."

"sakin.."

"tehlikeli mi?"

"vereceğin tepkiler."

"tepkisiz kalmak istiyorum."

"başar."

"beyin loblarım akıyor."

"vana."

"açılıyor mu?"

"şş.."

"soru yok."

"yok."

"bu teslimiyet değil mi?"

"herşey zihninde."

"ya duvarları yok sanarsam?"

"ya duvarlar var sandırılmışsan?"

"hareket edemiyorum."

"algıların üzerine yaşarsın."

"sen bunu yaşadın mı?"

"oluşunun yolu bu."

"oluş."

"farkındalık."

"basamak?"

"sıçramak."

"korkuyorum."

"doğal."

"sorun değil mi?"

"izin vericek misin?"

"istemiyorum."

"verme."

"ya ben yönetemezsem?"

"istersen."

"irade göstermek?"

"akmak."

"ya taşlar?"

"barikat ırmağı keser mi?"

"yeterince güçlenmezse."

"güzel."

"oluyor?"

"belki."

"yaklaştım mı?"

"doğumuna geri dön."

"bunca sonra?"

"imkansız var mı diyorsun?"

"hayır."

"doğumuna geri dön."

"saf olmak?"

"arınmak."

"yanlış var mıdır?"

"cevabım doğru olur mu?"

"doğru nedir?"

"evet, soru bu."

"cevap?"

"___"



15 Ocak 2008 Salı

ağıt


gelmiş geçmiş tüm uygarlık tarihi adına,
tüm mahvettiklerimiz adına,
toprağa yani suya, yani şaraba, yani bağa, bahçeye kan karıştırmamız adına...
tüm kardeşlerimiz adına

affet bizi doğa ana.
evrenin ruhunu doldur içimize.
şarap ver dudaklarımıza.
üzümden kanı sil, şarabımızın tadını
tekrardan bize bağışla.

bağışla bizi doğa ana,
üzerine diktiğimiz bu betonarmelerin adına, kendimizi ve kardeşlerimizi modern kent dediğimiz hapishaneye zincirlerken seni aracı ettiğimiz için bizi bağışla,
bağışla üzerine demirler ördüğümüz için,
bağışla çocuklarını köleleştirecek, katlettirecek sanayiyi doğurduğumuz için.


sen ki yıkamayacağımız egemenliksin,
sen yaşam verensin,
üzerimizdeki egemenleri yık doğa ana,

bizi kendi kollarınla sar tekrar,

üzerimize atfedilen zorundalıklardan sıyır,
soy bizi doğa ana,
bizi tekrar koynuna al

çı
pla

k.


üzerinde egemenlik oyunlarına kalkışanlar adına,
sana egemen olmaya çalışanlar adına,
yüzünü griye boyayanlar, yıldızlarını diktikleri hapishanenin ışıklarıyla yok edenler adına,
gök yüzünü kömür, alüminyum karasına, kükürte boyayanlar adına,
denizinden şeffaflığı çalanlar adına,
göçebe kuşlarının dahi beyniyle oynayarak, göç yollarını tren ve karayollarıyla çizmelerini sağlayanlar adına,
toprağına kimyasallar katanlar, nükleer sindirenler adına,
meyve ve sebzelerinin hormonlarıyla dengeni bozanlar, kendilerini ve kardeşlerini zehirleyenler adına;
bağışla bizi.

bağışla bizi beyinlerimizi yok ettiğimiz için,
bağışla bizi kendimizi senden soyut sandığımız, yaşamımızı senden soyutladığımız için.
bağışla doğa ana;
makinaya dönüştüğümüz, yeni doğan çocuklarımızı an durmadan senin adınla değil,
"koca makina" adıyla işlediğimiz için.
bağışla bizi makinalaştırdığımız için;
bir insanı makinalaştırmak ki, ayırmaktır onu insan doğasından,
bir insanı makinalaştırmak ki, çalmaktır onu senden,
ve en büyük lanettir o, bundan dolayıdır ki,
gazabın çekilmeyecek
üzerimizden.

gazabın çekilmeyecek üzerimizden;
dallarını sattığımız için,
gazabın çekilmeyecek üzerimizden;
toprağını kana, vahşete, katliama buladığımız,
bizle paylaştıklarını bunca hor, bunca gözü dönmüş, bunca vahşi aldığımız,
asla yetinmediğimiz, hep daha fazlasını istediğimiz için;
icat ettiğimiz para adına, kendimizi kelepçelediğimiz mülkler adına,
ki onlardır bizi insanlıktan çıkarıp bir sahip olma, bir satma, bir çalma dişlisi haline getirenler,
seni hiçe saydığımız, seni de mülkümüz sandığımız için
çekilmeyecek gazabın üzerimizden.

affet bizi doğa ana,
bizi bağışla.
bağışla bize gazabını, bağışla engin öfkeni,
kus bizi içinden.

kus doğa ana,
kirlerimizi at üzerinden,
soyun ve soy bizi.

bizi kendi kollarınla sar tekrar,
üzerimize atfedilen zorundalıklardan sıyır,
soy bizi doğa ana,
bizi tekrar koynuna al,

bizi kolla.



7 Ocak 2008 Pazartesi

haiku denemeleri--



kırmızı böcek
kanadında
kara halka

bir günebakan altında
sevişen
iki karınca

kaktüs uzatan şaman
ruhuma
ebedi yoklukta

5 Ocak 2008 Cumartesi

haiku denemeleri--



uçurum kıyısında
açan çiçek toz
bırakıyor içime

çiçeğin tozu
özleşiyor
içimde

öz fışkırıyor hava
bulut bulut
reçine topla

----------------

boş kovan


kaldıramadığım şeyler yüklüyorlar uzunca süredir sırtıma, hisse senetleri, döviz fonları ve aylık faiz oranlarıyla ilgilenmediğim için tüm bunlar... bu cehennemin göbeğinde, ellerim belimde, çaçaron bir çingene edasıyla -tüm çingeneler çaçaron değildir zira, tüm genellemelerin yanlış olduğunun yanında tanımış olduğum o usul usul sevişen çingene kızlarını ve kadınlarını da örnekleyebilirim buraya.- durmuş, tek bir laf etmeden onlara bakıyorum kaldırım kırmızısı gözlerle.

(ah, evet, kaldırımlar kırmızı artık buralarda, şık siteler yaratmak için gökdelenimsi apartmanlarının arasına diktikleri ağaç toprakları ve hatta şehri aydınlatan -veyahut pisliklerini örten- şu lanet direkler dahi kırmızı... ve ben kırmızıdan nefret ediyorum!)

ah nedir bu söylesene bana adam, şu içimin sancısı nedir bu olan bitene, nedir yıllardır biriken yaralarım, yıllarıma yaralar, acılar ve sanrı sancılar veyahut sancı sanrılar eklemlemek mi bu yalan oyundan payıma düşen her deste kağıt..

-yo, hayır arabesk yapma niyetinden oldukça uzağım lakin insanın arada isyanı geliyor elbet bu sancılara, elbet yok olmak istiyor, silinmek bu gezegenin tüm hatlarından..-

ben..

ah, ben bilmiyorum lakin istemlerim arasında bir intihar süsünü barınıramayacak denli başıboş yaşıyorum nicedir, nicedir çalışma masam yok üstelik, kitaplarımı deniz kenarlarında okumayı tercihliyorum ve bu aralar sürekli şarap içiyorum.

(sen de mi seversin şarabı? ah evet, tahmin etmiştim. tamam olur bir gece içebiliriz elbet.. evet, belki sevişebiliriz de arkasından, olabilir. hatta belki sen beni kurşunlarsın sabaha, belki mum kokan yatağıma içi boş bir kovan bırakırsın giderken, ben teşekkür ederim sana ölürken...)

ne diyordum, ah evet, uzun zamandır çalışma masam yok ve bunun bende uyandırdığı hiçbir rahatsızlık yok. dahası bir zamanlar annemin zoruyla gittiğim psikiyatristle yolda karşılaşacak denli garip günler geçebiliyor ellerimden, durup düşünüyorum yıllar öncesiyle aynı lafları duymak mı daha garipti, yıllar öncesinde söylediği lafları aynı tekrarlaması mı... ah, psikiyatriden zerre haz almıyorum ve bu bir sonbahar karşılaşması anısı psikiyatri ve tek tipleştirme üzerinde kafamda derin kuşkulara yol açıyor.

-üstelik geçen gece kedim gara kaçtı ve ben hangi trene bindiğini görmek için her gece kaçışının bana kazandırdığı dürbünle penceremden vagonları inceliyorum.-

nefes alma olasılığımı sıfırın altına indirgeme çabaları ellerini boğazıma geçirmeye dair olsaydı, çokca daha rahat olurdu soluk almak sanırım lakin dişlilerini beynime geçirme istemlerinin ruhumda yarattığı öfke nöbetlerini geride bırakmış olsam da -zira artık o denli içselleşmiş bir nefretle yaşıyorum ki, kanımda usul usul salgılanışını izliyorum nefretimin yeşil bir tepeden.- üzerime bolca boca ettikleri kükürt gazının kangrenleşmiş ciğerlerimdeki etkisizliği kadar boş karşılayamıyorum ayaklarıma değen çocuk kırmızısını. algı eşiklerimizin farklılığı sonucu farklı renklerle bezeli dünyalarda yaşamamız mı bu denli hassaslaşmamım nedeni bilmiyorum lakin bir cinnet öncesi kokuyor içim uzunca zamandır ve bunu bana içimi koklayan adam ve kadınlar fısıldıyor.

(sahi eğer sevişirsek adam, fazla sarhoş olma, sabahına içimin kokusunu anlat bana. ah, hayır sevişirken anlatmanı istememim elbet nedeni var zira gecelik sevişmelerin ağzımdan çıkan her sözden daha az yalan olmasını beklemeyecek denli sevişmişliğim var gecelerde. üstelik kendimle sevişmişliğim, geceyle sevişmişliğim de var ki bunlar çokca daha yalan geliyor başka dillerden üzerime serpilmiş yalanlardan.)

ah, sıklıkla buralardan gitmeyi hayalliyor ve tüm bilekleri kurşuni, ağzı jiletlerlen dikilmiş hayallerimi farklı yataklarda anlatıyorum fazlaca alkol fazlaca duman gecelerimde nitekim hiçbir yatak teğet dahi geçmiyor düşlemlerime. hatta söylemeliyim ki her yatak sıkça ilişkide belki de düşmelerimle. nedensel ilişkiler kurduğum zamanları çokça uzağımda bırakmış olsam da sen illa kurmak istiyorsan sevişmişliklerimi düşmelerimi bağlamlaman sevişmişliklere bağlı düşmeler yaşadığımdan daha az yalan olacaktır ruhumda zira tenlerden umut kesmeyi bekaretimi verdiğim serserinin altında öğrendiğimde hayli canım yanmış mıydı hatırlamam zor lakin belki de kendi tenimi arka sokak binalarının eşiğinde kırdığım bira şişelerinin cam parçalarıyla kesişlerim de ten, umut ve ruhum üçlemesinden ipuçları taşımaktadır ya pek de benim ilgi alanıma girdiğini söyleyemem bu konuların.

(ya sen nelerden konuşmak istersin adam, dünya üzerindeki doğum oranlarının düşüşü ve intiharlar arasındaki ters orantıyı sistemin yıkımıyla ilişkilendirdiğin teorilerin varsa seni dinleyebileceğimi bilmeni isterim fakat senin de bilmen gerekir ki buralarda amaçlarla bezeli bir yaşam olasılığı var olmamakta. ah yanlış anlama, eğer ki devrim düşlerin varsa asla ağzımı açtığım yok onlara, hatta hatırlarım ki bir zamanlar ben de oldukça benzer düşlerle uyurdum yatağımda. dinleyebilirim ve hatta belki gülümserim, sana çocuklardan kaçmamın dünyada olanlarla ilgisini anlatırım belki birkaç kadeh şarap, bolca dumandan sonra. sevişirken teninde ağlayabilirim üstelik anlattıklarıma lakin... lakin bilmeni isterim ki yaşayabileceğim hayatlar arasında en kendimsilini yaşıyor, seviştiğim veyahut sevişmediğim kadınlar ve adamların hayatıma müdahale çabalarından hiç haz almıyorum. hem sevişmeye gelmişken sana, beni tekrar kılıflandırma.)

kendi kendime yaşadığım sokak aralarının tanıdıklaşmayan meyhanelerini sevmemi yabancılaşma ve modern kentlerle bağdaştırmaları çıkası sokaklarımın içimsel olduğunu bilmeyenlerce lakin şu geçenlerde karşılaştığım psikiyatristle ortaklaşan düşüncelerimiz de bulunmakta ruhum hakkında, asosyal olduğum konusundaki görüşüne yıllar önce bana söylediği andaki kadar katılıyor, yıllar önceki gibi ona gülüyor -zira o zamanlar da sevmezdim psikiyatriyi ki bu o zamanlarda da bağlıydı sosyalleşmenin tanımına.- ve buradan tüm psikiyatristlere sevgilerimi yolluyorum ki açık açık söylüyorum onları hiç mi hiç sevmiyorum.

(ah adam, mümkünse bana bilimsel zırvalar anlatıp bana şizofreni meyilindekilerin siz bilim tapıcılarından çok daha iyi seviştiğini anlattırma. üstelik yanımda bedenim de dahil olmak üzere hiç bir şeye tapınmamanı tercih etsem de senle sevişmem dengesizlik mi olacak ilgilenmiyorum sevişmeyi tapınak olarak kullanmaktan haz alıyorum.)

isteklerimin olumsuz çekimdeliği ruh hallerim üzerine nasıl çıkarımlarda bulunduruyor bilmiyorum lakin öznesi üçüncü tekil bir kimlikte yaşıyorum zaman zaman, zaman zamansa tamamen kaybedip kimliğimi bilmediğim kiliselerin meryemlerinin önünde buluyorum kendimi. ah binlerce meryem tanıyorum nicedir ve nicedir isa'nın doğumunu bekliyorum.

(varamamaktan sıkıldım adam, içimde soluk alıp verenlere dokunmaktan veyahut içimde bunca ölüyü taşımaktan da. ve budamaktan kendimi her sabah tanımadığım erkek ve kadınların döllerinden. merak bu denli uzar mı adam,

isa'dan da geçsem söz verir misin şimdi bana,
giderken boş bir kovan bırak yatağıma...)

cehennem sensin


cehennem sensin,

kirlenenleri gören gözlerin sahibisin, oluk oluk kan çağıranları, toprağa kana bozayazanları, beyinsizliğin ve pisliğin göbeğinde, gerçeğe bir nebze olsun yakınlaşmayanları -ki gerçeğe yakınlaşmanın bilinmediği bey-in-ler bunlar. onlar ki unutanlar özlerini, onlar ki ibadetlerine dahim mutlaklıklar döşeyenler, onlar ki katılığın ortasında kapkatı, akı' nedir bilmeyenler. ve lanettir ki sen'i isterler; bedenen ve ruhen. bedenlerinin tutsaklığında tutsak kılın isterler ki azap duymasınlar köleliklerinden, ki uçu' sansınlar kendinleri-ni. ağızlarına dolalı özgürlüktür ki nice ve kutludur lakin bilinir ki ağıza dolananlar beş para etmezlerdir içe düşmediğinde. ki içe düşenlerin ihtiyacı yoktur ağızlara.- gören gözlerin. rasyonel, materyalist denklemlerin enjekte edilişini bilensin -ki gerçeğin enjekteyi ihtiyacı yoktur,, kimileyin şırınganın ucunda olsa da,,-, kelimenin iletişimsizliğini bilen -ki iletiştirmemek nihai amaçtır orda, yok edi'nin ön koşulu.-, oksijene saldıkları yutturucudan değil, evrenden soluk alan, evreni bilensin. evren olan. gören gözlerin sahibisin -jim'in gözlerini bilirsin...-, görünün önündeki sis perdesini kaldırı'mında tek taş ilerleyensin. cehennem sensin.

cehennemin sen olduğunu bilen sensin, uçu'yu, akı'yı isteyensin. cehennem sensin. kurulu bin yüz bir düzen-(k)ek arası mantığın yokluğunda tek, bir olmak isteyen sensin. benzer kılınmışlığından tek göz'üken (k)oyunlar arası rengahenk bütünlük isteyen sensin. cehennem sensin. para- nam- mal- mülk pusulalarını reddeden sensin. "mülkiyetin meali imhadır." diyen zihne sahipsin -ki mülkiyettir ki kutsanmıştır tarih tarafından. mülkiyettir ki kutsanmıştır iktidar tarafından. mülkiyettir ki putlardan fazla tapılmıştır. -zihnin putları çağlarda değişse de yok olmamıştır hiçbir devrimle. ki tek bir devrim yapılmamıştır yeryüzünde. (devrimi an'a hapsederek meta kılan zihniyet devrimi düşlemekte ki bu bir ironi gelemeyesidir ruhuma, ruhum acıyası, acıyası, acıyasıdır. -devrim düşlemlerine düşenler tragedyası sürmekte..-)

cehennem sensin.

ün ve iş ki elde etmenin zorluğu öğretilir -ki zorluğu başarmaktan tatmin olan egolar yaratmışlardır ki insanın en ben'ine işlemeleri işlerine gelir. ki ün ve işi hedef koymuşlardır ve zorlaştırmışlardır ki durmaksızın işlesin insan ki gerçeğin ötesindeki yapay leş cennetlerine kavuşsunlar onlar çalışmadan ve çalıştırarak kulu kıldıklarını. kulların önüne atılan kemiklerdir ün ve iş ki, kemiğe ulaşım yolu onların yapay cennetlerine leş katmaktan geçer ki, yaratımları leş-i cennetlerinin kaldırım taşlarıdır kul kılınan insan.- leş-i cennet ve ün ve iş istemeyensin ki; cehennem sensin.

bilirler ki duyguları avuçlarına almadan avuçlanamaz insan -avuçlamak burada kul kıllanmakla eş düğümlüdür çokca.- aşkı -ki ilahidir o, kutlu'dur, doğ'u'dur.- metasal ve uzaysal inşa ederler ki kapılanın şerrinden korunaklarının ön temelidir bu. sen bilirsin ki, aşka düşen, dahi ele alınamaz ki bu sonsuz gücüdür aşkın doğ'umunu makro kozmostan alan. bu nedenlendir ki aşkı ellerinin jokeyi kılmak ve suni gül bahçelerinde yaratma'k uludur emellerinde. -emelleri olan leş-i cennetin gül kokusuzluğu bundandır.- gelirse ki öncensinde tanımlayamasızlıktan serbest dolaşan aşk, fark edildiği yerde mutlaktır taşlanması. tek bir aşk dahim olsa evrende bilirler ki tek tümü oluşturandır, kapsayacaktır eninde sonunda tümü ki tek tümdür. sen, tekin tümlüğünü ve tümlüğün tekliğini bilen, içi aşk kokansın. cehennem sensin.

cehennem sensin.

beyinlerden ve zihinlerden düşleme eylemini -onların, iktidar odaklarının barınmasını istemedikleri tüm eylemlerle beraber- silme operasyonu yüksek başarıyla hayata geçirilirken sen halen düşleyensin. cehennem sensin.

yapay sınıflar yaratıp yöneten ve yönetilen olarak gösterdikleri sistemin başının gösterilenler değil, dev para sahipleri olduğunu bilensin, haber bültenlerinde parlemento binalarını kukla oyunları izlemek için izleyen. sınıfsallığı reddedensin, ki sınıfların sermayedarların işine geldiğini bilen. cehennem sensin.

antik çağ kentlerinde taş köprülerde eski zaman şairlerinin intihara meyilli bileklerinden kurumuş kanlarını içersin. kaybolursun bir gece vakti düşlerinin çöllerinde, akrebin zehrini dudaklarınla emer, zehri beynine dökersin. cehennemsin,

cehennem sensin!

büyü tozu


kelebek kanatları
-
yaprağın renkleri
-
çöken medeniyet



mutlak gerçeklik parça parça soyuluyor şimdi gözlerimden,
gözlerim hergün daha yakınlaşıyor gerçeğe ve her an daha ışıldıyor ruhum, uzaklaşırken onlar
duvarlarıyla gözlerimden.

tüm şehir yavaş yavaş düşüyor görüşümden, bu koca rezil gezegen yerle bir oluyor, galaksi sistemi parçalanırken sonsuz parçacığa gözlerimde yeni bir yaşam diriliyor... gözlerim ütopya kokarken beliriyorsun görümde, derken beynimdeki bulanıklık duruluyor birden, gözlerimin ve zihnimin silinmesi sonucu gelen satori bu;

gözlerim silinirken sis perdesinin kalkması,
zihnim silinirken yıkılan duvarlarla birleşiyor
,,,

(sen içimde benlen birleşiyorsun.)

ilahi bir ışık yayılıyor tüm varlıklardan, nesneler katlarca parlaklaşıyor, gözlerim masmavi safi akıyor, ruhum şeffaf, su'laşıyor ve bedenim sevişirken tüm bu oluşla salınıyor gözlerim güneşle oynayan küçük bir yaprağın peşinde. büyülenmiş renkleri izliyorum, sarının, yeşilin, kırmızının ve pembenin hiç görmediğim tonları yaprakta hayat bulurken içinden ateş fışkıran gözlerimin toprağa bir damla yaş düşürdüğü yerde, gökyüzünün tüm renkleriyle bir tanrıça kelebek doğuyor.

(gökyüzünün tüm renkleri senlen bir ebru oluşturuyor içimde,
tenin

tenime değiyor.)

kelebeğin kanatlarındaki sınırsız renkler bir ebruyu oluştururcasına dolanıyor birbirine, kelebeğin kanatlarındaki sınırsız renkler bir ebruyu oluştururcasına birbirine dolanıyor ve bir koca gri kent kapkara patlıyor görüşümde,

(görüşüm birbirine girerken
bedenim bedenine yapışık inliyor

gökyüzünde.)


kentin enkazından gri bulutlar yükselirken yapraklar yıldızlara karışıyor, kelebek yükseliyor ve yıldızlara varan kanatlarının yapraklarla sürtüşmesinden ışıltılar saçıyor.

(kelimesiz kalıyor ağzım ağzına değdiğinde,
tüm kelimeler

gereksiz kalıyor teninde.)


ayaklarımın altında delice patlamalar oluyor, tüm evren birbirine karışıyor, uygarlık tüm izleriyle usul usul siliniyor yeryüzünden ve tüm tarihlerin yalanları toprağa dökülüyor.

(ellerin bedenimi çizerken kalemleriyle,
gözlerinde yeni bir tarih doğuyor
...)

Beat'e hızlı bir bakış


“Gazeteci: ‘Beat Kuşağı ‘arayış içinde olan’ bir kuşak olarak tanımlanıyor. Neyi arıyorsunuz?’

Kerouac: ‘Tanrı’yı. Tanrı’nın bana yüzünü göstermesini istiyorum.”


John Clellon Holmes’un aktardığı biçimiyle Kerouac’la yapılmış bir TV röportajı.


Gözlerinin, kulaklarının olması utandırır görmekten, duymaktan olan biteni, konuşabilmek dahi acıtır kimi zaman; konuş-a-mayanlara, konuş-turul-mayanlara ithafen... Dört bir yanda leş, dört bir yanda kan, kir, kin, nefret vardır. Acı-r tüm dünya, yok olur insan... İnsanlık yok olur, bombalar patlar, tanklar geçer, sular kan kokar, betonarme yalnızlığına gömülür şehirler bin bir -k- oyun, bin bir maske, bin bir düzen-bazlık içinde. Şehirlerde bin bir yüz erir, yüzler erir, yüzler birleşir; tüm yüzler makinaya döner.

Henüz makinalara dönmemişsen yüzünü, acılar, utançlar içinde bir çığlıktır yaşamın. Bir çığlıktır yüzün ve sen her dakika daha fazla şehre tutsak kılınan bedenini vurmak istersin yollara. Her yol bir kaçıştır ya hani belki de, kaçmak istersin utancından, acıların içinden geçmek pervasızca; saf yaşamak istersin sen. Bir çığlıktır yaşamın, bir haykırış modern zamanlardan. Yollara, dağlara, kırlara, yeni, keşfedilmemiş coğrafyalara, keşfedilmemiş insanlara vurmak istersin raylardan. Ray, su, toprak; gidişin her neyleyse, her neyin üzerindeysen, neye varıyor, neyden geçiyorsan kendinden geçemiyorsun, kendini taşıyorsun ya hani, hani çıkış yok ya buradan, daha çok gitmek istersin; daha şehirsiz, daha yolcu olmak... Tanıdığın anda incilerini döken kişilerden, durduğun an içine alan hayattan kaçarsın. Durmanın acısını gitmeye vurur, gittikçe bir nebze daha çekebilirsin yaşam dedikleri ihtimalsizliği. "Yaşamım irademdir, iradem nerede?" çığlıkları içinde yollara sığınır, bir yollarda huzur bulursun. Ya zamanından sonra doğmuşsundur sen ya da zamanın hiç gelmemiştir ya bu sonucu değiştirmez; eğreti durmadığın tek yer vagonlar, kamaralar olur, en çok otostop çekmek yakışır sana ve en kendin olduğun an sırtında çantanı taktığın, yeni bir yolculuğa henüz başlayacağı andır...

Hayatının tek ve yüce amacını, nihai hedeflerini belirleyen modern ışıltı seni de es geçmemiş, payına pahalı cici biciler vermiştir, hani senin için onları yapan ellerden öte hiç bir anlam ifade etmeyen şeyler... Ah tabii evlilik, çocuk, ibadet, silah ve sana angarya gelen bir dolu şeyle daha beraber... Önündeki avuç içlerine baktıkça başka bir el arar, bulamadıkça kendi avuçlarını kendin doldurmak ister, "onlar"ın yanında olamadıkça bu, türlü kendinden geçişin ambalajı yaparsın ruhunu. Boşluğun tüm yaşamları gibi alkolle ve uyuşturucuyla kolkola girer, hayatın anlamsızlığını bir başka boyuta geçerek kafa güzelliğini ibadetin kılar, seviştiğin adam ve kadınlarla hayata anlam katmaya, boşluğu doldurmaya, doldurmaya, doldurmaya çabalarsın... Boşluğu kaldıramayan bedenin arayışlarıyla dinde bulur kendini kimi zaman, hele ki doğuya çevirirsen başını; mistik diyarının gözlerini alan parıltısına kapılır, şehre inat doğaya, evrene dönmüş ruhunu evrenle bir kılmaya adarsın hayatını. Yolculukla, uyuşturucuyla, dinle sürekli ve sadece unutuşu ararsın. 'Hayatı sevmez' değil, 'var olan hayatı sevmez'sin sen bu yüzdendir koyverip gitmeyişin, utancının ve acının satır aralarında yaşamaya bir çabadır hayatın.

Biz, X Kuşağı çocuklarına, Üçüncü Dünya Savaşı'nın sinyallerini hissettiğimiz, yaşadığımız şu küresel çağda pek de uzak gelmediyse bu söylediklerim, hadi gelin 1950lere, savaşta ölmeyenlerin konformist Amerika'sının popülist James Dean çocuklarının karşı kıyısı BEAT KUŞAĞI'na gidelim.



BEAT olmak ve YARATICILIK. ‘Beat’ para kazanmaya yönelik hırsın yokluğu anlamına gelir. Hemen bütün insanlar günlerini aktif bir şekilde para peşinde koşarak geçirir. Bu trendi görmezden gelen azınlık özel bir meziyetle, yaratmalarını ve yaratmanın verdiği hazzı duyumsamalarını sağlayan bir zihinsel özgürlükle kutsanmışlardır.”
Ron Rice Çeviren: Can Yalçınkaya
Naked Lens - Altı Kırkbeş Yayıncılık




"Beat" esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası caz müzisyenlerinin, sokak müzisyenlerinin "başıboş, sahipsiz, yapayalnız, düşkün, yoksul, bitkin, umarsız, çökmüş, yıkılmış, kepaze, uyku bilmez, gözünü kırpmayan, her şeyi derinlemesine algılayan, aşırı duyarlı, kendi başına, meczup ve toplum tarafından itilmiş sokak serserisi, murşide ermiş, münzevi" anlamında kullandıkları bir terimdir. Harvard Üniversitesi Hukuk mezunu Burroughs 1944'de New York'ta, sokak şairi, hırsız Herbert Huncke'den, Colombia Üniversitesi'nde o sırada birinci sınıftaki, bir gece odasında yatacak yeri olmadığı için orada kalan Kerouac'la yakalanmasından ötürü atılmış olan Allen Ginsberg Burroughs'dan, futbol bursuyla Colombia Üniversitesi'ne girip ayağının kırılmasıyla atılan Jack Kerouac Ginsberg'den duyar. Metrolarda uyuyan, hayata dair hiç bir şeyi takmayan Huncke'nin gözlerinde ilahi bir ışık gören Kerouac, kelimenin kökenini kutsal, kutsanmış anlamındaki "beatific"le bağdaştırır, beat'in aynı zamanda ezilenlerin, dışlanmışların gizli kutsallığını da ifade ettiğini söyler ve 1948'de John Clellon Holmes'la sohbeti sırasında kendilerini, kalıpların dışındaki gerçekliği arayan "Beat Kuşağı" olarak tanımlar. 1952'de New York Times Magazine'de Holmes'ın yazdığı "Bu, Beat Kuşağı." adlı makalesiyle ilk dışa vurumlarını yaşar bu yeraltı edebiyatını, 68 kuşağını -istemsiz de olsa- yaratacak adamlar. Beat’i anlatan ilk kitap da Holmes'dan çıkar; Go. Ginsberg ve Kerouac'ın arkadaşı Neal Cassasy'den ve Kerouac'ın ilk kitabı The Town and The City'den etkilenerek yazdığı kitap ne bir başarı ne de bir hareket yaratır, taklitliğiyle.-

1943'de Lucien Carr vasıtasıyla tanışan adamlarımız, birbirlerine Walt Whitman, Arthur Rimbaud, Oswald Spengler... okutur, uyuşturucu kullanır, caz dinler, otostopla ülkeyi gezerlerken spermleri atarak, Beat Edebiyatı'nın ovülünü döllerler, savaşa, baskıya, zora, “faşizme” karşı; kurtuluşu Doğu'da; Zen Budizm'inde arayan felsefelerini yaratırlar. Tüm bunlar zamanların kaka çocukları olmaları için yeterliyken bir de üstüne, sanatı, gerçeğin saf bir dışa vurumu; yazımı, kelimelerin aynen zihne geldiği haliyle ifadesi olarak gören adamlarımız yaşadıkları eşcinsel ilişkileri de yapıtlarında anlatınca Amerikan Edebiyatı'nda bir patlayıcı işlevi görürler.

1947'de Woodbury Şiir Ödülü'nü alır Ginsberg, 1948'de bir gece Columbia Üniversitesi'ndeki odasına William Blake gelir -elbet Blake de baş taçlarıdır bu adamların.- ve o, bunu bir vahiy olarak algılayarak şiire devam etmesinin gerektiğini düşünür; evet, Ginsberg iktidarı, imgeleriyle ve diliyle utandırmak isteyen bir peygamberdir. Bundandır ki, eşcinselliğinden de bahsetmelidir, politik bir eylemdir bu; toplum kurallarını, tabuları yıkma yolunun kaldırım taşlarını döşemektedir.


************************************************************

Burada bir dipnot olarak, -insanı fazla mekanikleştirdiğini düşünsem de- Freud'a ithafen biraz çocukluklara insek, öyle bir dönemden nasıl olup da böyle adamlar çıktığını anlamamız kolaylaşır sanıyorum;
Küçük Allen, 3. Haziran. 1926'da New Jersey'de doğdu. Yahudi cemaatiyle büyüyüp, şizofren komünist İşçi Partisi üyesi annesi; sosyalist, musevi babası ve erkek kardeşiyle Rusya'daki Yahudi Soykırımı sırasında Amerika'ya kaçtılar. Dokuz yaşında eşcinsel olduğunu anlayan Allen'ın, -bu noktada Freud'dan çıkarak, Allen'in eşcinselliğini doğal cinsel bir yönelim olarak algılıyoruz, sorunlu bir çocuklukla oluşan bir hastalık olarak değil elbet.- lisede Walt Whitman'le tanışmasıyla, beat'in filizlerinin içinde filizlenmesi için gereken sulak alan oluşur.


Küçük Jack ise, 12. Mart. 1922'de Massachusetts'te Jean-Louis Lebris de Kerouac olarak doğdu, sonradan kendisine Jack adı takıldı. Kanadalı Fransız soyundan gelen göçmenler olan ailesinin New England'ın Lowel adındaki küçük bir sanayi kasabasına taşındı. Büyük Bunalım'dan nasibini alan Kerouac ailesi Jack'den beş yaş büyük oğullarının 1926'da ölümünü yaşadılar. Küçük yaştan itibaren yazıp çizen, aile arasında sessiz filmler çeviren Kerouac, eğitimine bir katolik okulunda başladı. Arkasından gittiği İngiliz devlet lisesinde ingilizceyle tanışan Kerouac, eline ne geçerse okudu.


Bu üç adamın içerisinde en rahat koşullarda büyümüş olan küçük William, 5 Şubat 1914’te St. Louis/Missouri’de tüccar zengini bir ailenin oğlu olarak doğdu. Dedesi hesap makinasını mücidi olan bu minik dahi de ilk başlarda biseksüel, ardından eşcinsel ilişkiler yaşadı.


Karşı koymayı ve deliliği temsil eden Ginsberg, sömürülen sınıfların sefaletini, yaşamın sınırını ve kutsal dinleri temsil eden Kerouac ve burjuvazinin insan saymazlığını, ailesi için bir "utanç kaynağı" oluşuyla temsil eden Buroughs... * Ve elbet ortak noktaları; başkaldırı, eşcinsellik, toplum dışılık ve beyin; her yönüyle bir "ötekilik"!

* İkinci Dünya Savaşı sırası girdiği eşcinsel ilişki nedeniyle ordudan atılmasının etkilerini de ekleyin hele...

************************************************************



Embriyodan cenine, ceninden bebeğe dönüşmüştü beat. Doğum sancılarıyla daktilo başına oturan Kerouac, kağıdı değiştirmekle bile uğraşmamak için daktiloya rulo bir kağıt takarak üç hafta boyunca yaşamsal ihtiyaçlar dışında, yazmaktan başka hiç bir şey yapmayarak beat'i Amerika'ya tanıtan ve bir nevi beat'in manifestosu olan On The Road'u yazmıştır. Her yollara düşme sevdalısının hikayesi olan Kerouac'ın Neal'le yollarda yaşadıklarını anlattığı kitabı 1951'de ilk defa yayınevinin yolunu tutsa da yayınlanması için 1957'ye kadar beklemesi gerekir. -Beat özentisi kuşağın başucu kitabı olan On the Road elbet çok, çok önemlidir lakin kuşağı anlamanın yolu Dharma Bums'dan geçer.-

1954'de San Fransisco'ya taşınarak Mcclure, Synder, Rexroth ve Lamantia'yla tanışan Ginsberg, Kenneth Rexroth'un kalıplardan, kurallardan kurtulmuş şiiriyle tanışır. San Fransisco'da bir tarafında Berkeley Rönesans'ı çevresi (Robert Duncan, William Everson, Jack Spicer...), bir tarafında evinde seks ve anarşi üzerine kalabalık toplantılar düzenleyen Rexroth'la tanışan Ginsberg beat'in şiir peygamberi olma yolunda hızla donanımlanıyordu. Rexroth'un kalıp ve kurallardan uzaklaşmış şiirinden cesaret alan Ginsberg 13. Ekim. 1955'de San Fransisco'da Rexroth'un oturum önderliğinde Mcclure, Synder, Whalen, Lamantia, Kreouac ve Ginsberg'in tohumları Whitman, Ezra Pound, A. Artaud, D.H.Lawrence gibi ustalara dayayan şiirlerini yüz elli kişilik bir dinleyici kitlesine okuduğu Six Poets İn Six Gallery organizasyonda Ginsberg, Howl adlı şiiriyle Amerikan Şiiri'ne bir bomba patlatarak beat'in şiirini yazar.

“...
Molok! Yalnızlık! Pislik! Çirkinlik! Külkovaları ve elde edilemez dolarlar! Merdiven diplerinde çocuk çığlıkları! ordularda hıçkırarak ağlayan oğlançocukları! Parklarda gözüyaşlı ihtiyar adamlar!
Molok! Molok! Kabus Molok! sevgisiz Molok! Zihinsel Molok! Molok ezici yargıcı insanların!
Molok akıl almaz zindan! Molok kurukafa bayrağı çekilmiş ruhsuz hapishane ve elemlerin kurultayı! Yapıları yargı olan
Molok! Savaşın sayısız taştan abidesi Molok! sersemlemiş hükümetler Molok!
zihni salt bir makine olan Molok! damarlarında kan yerine para dolaşan Molok! parmakları on ordu olan Molok! göğsü kendi cinsinin etini tüketen bir dinamo olan Molok! kenarlarından dumanlar tüten bir gömüt olan Molok!
Molok gözleri binlerce kör pencere! uzun sokaklarında ebedi Yahovalar gibi
gökdelenler dikilen Molok! sis içindeki fabrikalarında düş kurup cavlağı çeken Molok! devasa bacaları ve antenleriyle kentleri taçlandıran Molok!

Sevdası sonsuz petrol ve taş olan Molok! ruhu elektrik akımı ve bankalar olan Molok! yoksunluğu dehanın sureti olan Molok! yazgısı cinsiyetsiz bir hidrojen bulutu olan Molok! Molok adı us olan!
Molok içinde yapayalnız oturduğum! Kendinde melekleri düşlediğim Molok! Molok Delirdiğim! Sikemiciyim Molok’ta! Aşksız ve erkeksizim Molok’ta!
Molok ruhuma çok önceleri giren! Molok içinde gövdesiz bir bilincim ben! Molok beni doğal esrikliğimden korkutan! Kendimden geçtiğim Molok! Uyandığım Molok! Gökyüzünden boşalan ışık!
Molok! Molok! Robot apartmanlar! görünmez banliyöler! hazine çatıkları! kör sermayeler! şeytansı endüstriler! hayaletimsi uluslar! mağlup edilemez tımarhaneler! granit yaraklar! canavarca bombalar!
Onlar Cennete kaldırırken Molok’u parçaladılar sırtlarını! Kaldırım taşları, ağaçlar, radyolar, daha bir dünya şey! zaten varolan ve hep içinde olduğumuz şehri Cennete kaldıranlar!
...”

A. Ginsberg - Howl
(Altı Kırkbeş Yayıncılık - Uluma / Aralık 2007
Hazırlayan ve Çeviren: Şenol Erdoğan)


“Bir bariyer yıkıldı. Bir insan sesi ve bedeni; Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”

Michael McClure
(Altı Kırkbeş Yayıncılık - Uluma / Arka kapak
Aralık 2007)

Dinleyiciler arasındaki Lawrence Ferlinghetti'nin Ginsberg'in kitabını çıkarmayı önermesiyle dünya hem Beat'in doğumuna, hem bugün halen açık olan City Lights Kitabevi'ne tanık olur. Ferlinghetti'nin kurduğu kitabevi dönemin Beat edebiyatçılarının toplanıp caz ve uyuşturucu eşliğinde şiirler okudukları mekan olur kısa zamanda. Howl and Other Poems çıkar çıkmaz ahlaka aykırı bulunurken kitap tüm Amerika'da binlerce satarak Ginsberg'in ve Ferlinghetti'nin adını duyurur. 1958'de Kerouac'ın The Dharma Bums adlı özyaşamöyküsel romanıyla Beat Edebiyatı Amerika'da tam bir kabul görür. Lawrence Lipton, tüm beat kuşağına "Kutsal Barbarlar" adını takar, açıklaması ise şöyledir; "Onlar, ben'liklerini kutsal yollarında ararken, uygar denilen dünyanın tüm geleneklerine alternatif bir sanat anlayışıyla yadsıyorlar." Kısa zamanda ülkede komünizm kadar tehlikeli sayılan beat, tüm yıldırma politikalarına karşı ilerleyerek 69 ruhuna gebe bir bilinç yaratır. -Tekrar ve tekrar altını çizelim ki oldukça bilinçsiz bir etkidir bu lakin Beat siyasi bir hareket değildir, özellikle Ginsberg'in "eylem adamlığı"yla Beat'e siyasi etiketler eklenmiş olsa da.-

“Beat edebi akımının tamamı, bir dereceye kadar, Kerouac’ın bebop’ı emprovize, spontane gelişen bir biçim olarak yorumlaması üzerine kurulmuştur.”
A. Ginsberg
Çeviren: ş. e.


Uyuşturucuyu politik bir gereç olarak da kullanan bu adamların yapıtları dogmatik tüm bakış açılarına karşı duruş, geleneksel tüm değerlerin karşı cephesi olması, güçlü kapitalizm eleştirileri içermesi ortodoks marksist devrimci bir edebiyattan bahsettiğimiz anlamına çekilmesin, yaşadıkları deneyimleri kurgusuz, sistemsiz yansıtmayı üslup belirlemiş adamlarımız an'a sıkışmış, materyalist bir devrimin öncü ya da istekçisi değillerdi; onlar, tabuların üzerine gidip soru sorma arzusu uyandırarak, -zannımca- gerçekten devirecek -ve yerine yenisini koymayacak- bilinçsel bir devrimin kaldırım taşlarını döşediler. Kerouac'ın ilerleyen senelerde yaratmak istediği etkinin bu olmadığı, yanlış anlaşıldığı üzerine serzenişlerini duyacak olmamız onu/hareketi yolundan dönen bir devrimci/yolundan dönen bir mücadele olarak değerlendirmesin -ne de olsa hiç birimizin ortodoks devrimcilere hayranlık aptallığı gözlerle bakmiyoruz.- Kerouac hipilerden, 68 kuşağının sinyallerinden rahatsız olmuş olsa da yüzümüzü Burroughs'a çevirdiğimizde kimi zaman etkileri Giyom Tel'den bir sahne canlandırırken karısını yanlışlıkla öldürmek gibi aşırı uçlara kaçmış olsa da eksiksiz bir beat ruhuyla karşılaşıyoruz.

1953'de uyuşturucu deneyimlerini anlattığı Junky'den sonra, 1959'da Amerikan Edebiyatı'nı Naked Lunch'la sarsan Burroughs bu kitapla, gözlenmesi gereken bir çomak olarak, hayatı boyunca kalacağı CIA'in takip listesine girer. Realizmi yıkan serbest çağrışım formunu andıran üslubu, anlatımı ve öfkesiyle sürrealizmin etkilerini gördüğümüz Beat'e; sömürülerin, savaşların, bin bir pisliğin, tezatı olan masumiyetle birleşme olasılıksızlığını dilin manyetik alanını tersine çevirek karşı uçların birbirini itmeleriyle yıkacağı öngörüsü Burroughs'a cut- up / kes - yapıştır tekniğini buldurmuş, Beat'e dadaizmi yaftasının da yapıştırılmasına sebep olmuştur. Katmasını sağlamıştır sağlamasına ama ne bir dada etkisidir beat, ne bir sürreal etkisi, beat'tir sadece o, ötekilerin öyküsü, şiiri, yaşamıdır. Hassan Sabbah'ın devrimci modelinin örnek alınması gerektiğini ifade eden Burroughs, Gözden Geçirilmiş İzci El Kitabı'nda anarşist izcilere dünya devriminin genel planını vermiş, ekolojinin önemini vurgulayarak, hayvan nüfusunun artmasının devrimin lehine olduğunu ifade etmiştir.

"Şişman ve yavaş CIA ajanları leoparlar için ideal besin kaynağıdır." Burroughs.

Kullandığı uyuşturuculara rağmen seksen üç yaşına kadar yaşamasını, vücudunda ölen hücrelerin yeniden canlanması için dönem dönem "temizlenip" devam etmesine bağlayan Burroughs'ın günlüğüne 1. Ağustos. 1997'de girdiği şu satırlar ise kaleminin değdiği son sözcükler olacaktır;

"Düşünmek yeterli değildir.

Hiçbir şey değildir. Bilgeliğin doyum noktası diye bir şey yoktur, deneyim -- boktan bir şey işte.

Kutsal kase değil, son satori değil, son çözüm de değil. Sadece zıtlık.

Tek şey çatışmanın aşkın olduğuna karar verebilmektir ki benim Fletch, Ruski, Spooner ve Calico için hissettiğim gibi. Saf aşk.

Sevgi? O da nedir?

En büyük doğal ağrı kesici. Her ne ise...

Sevgi."

Çeviren: Serhat Poyraz


Bir yaşamdır beat, soluk alır verir, sancılanır kimi zaman, masaya yumruk atar, ortalığa çomak sokar, caddenin ortasındaki büzüşmüş koka kola tenekesine atılan bir tekme, o tekmeyle borsa binasının camını kırmaktır. Parlementonun kapısına işeyen üç yaşındaki oğlan çocuğu, barbi bebeklerinin kopardığı kafalarıyla abeküs yapıp iki kere ikiyi bir yetmiş beş yapan kız çocuğudur beat. Beat bir ruhtur, doğup bitecek bir hareket değil, sonsuz, başsız ve 'yolsuz' bir yaşamdır; onlar'ın tüm oyun yollarına karşı yolsuz, egemenlik altında duramayacağından başsız ve ruhlar asla ölmeyeceğinden, bir ruh ölürse bini birden geleceğinden sonsuzdur. Bu yüzden ki 1950lerde ve 60larda beat hakkında-üzerinde-beatnik iki yüz otuz beş dergi çıkmıştır, bu yüzden ki hippiler rayları, yolları mesken tutmuşlardır kendilerine, bu yüzden Bob Dylan gelmiş, bu yüzden anti militarist hareket, eşcinsel mücadele doğmuş, bu yüzden Woodstock olmuş, bu yüzden Parisli haşarılar dünyayı sarsmıştır sesleriyle. Beat olmasaydı Seattle 99'dan bahsedebilirdik, ne Los Angeles 92'den. Beat olmasaydı şimdi ne biz biz olurduk, ne bu dünya -kazanılmış olanlar ufacık zaferler bile olsa- bu dünya...


BEAT SONSUZA...


"Yegane şiirsel gelenek yanan çalının Sesi'dir. Gerisi çöptür & tüketilecektir." Allen Ginsberg


Dipnot:

Şimdi beat'e dair tüm söylediklerimizi unutun. Beat'i kelimelerle nitelemek, anlatmak, onun üzerinde konuşmak safi yalandır, zira Burroughs'un dediği gibi; "Konuşmak, yalan söylemektir." İktidar yasalarla değil, ilişkilerimizle başlar, ilişki kurmanın temeli iletişimse, iletişim kurmanın gerekliliği konuşmaksa -olarak belirlenmişse- ve kelimelere muhtaç kaldıysak konuşmak için kelimenin safi ağızdan çıkan bir ses olmadığı, kurgulandığını biliyorsak, işte o zaman tehlikedeyiz. Kişisel ve genel tarih kelimelerle inşa edilmiştir, edilir ve bunu bildiğimiz an gözümüzdeki perde iner, bunu bildiğimiz andan itibaren daha önceki bakışımızla bakamayız dünyaya, daha önce kurduğumuz iletişimi kuramaz, ilişkilere aynı gözle bakamayız.

Ve şimdi Beat'e yaklaşmadan önce tekrar düşünmenizi öneriyorum, yaşadığınız -veyahut yaşadığınızı sandığınız- hayattan memnunsanız, olan bitenlerin ardıyla ilgilenmiyorsanız, gayet olağan geliyorsa size bu dünya ve üzerinde yaşananlar, evet, evet, lütfen el atmayın Beat'e zira o zaman büyük bir olasılıkla anlayamayacak ve ancak bok atacaksınız.

Beat konusunda ısrarcıysanız o halde birkaç önemli not daha eklemekte yarar var. Beat safi bir edebi tür veyahut edebiyat akımı değildir, -daha öncede belirttiğimiz gibi- bir ruh, bir yaşamdır. Bugün halen Beat yazarlarının ürediğini gösteren kaynaklar çıkmakta -özellikle Avrupa, hele ki Fransa'da- lakin Brautigan, Synder, Corso, Ferlinghetti gibi birçok isim oldukça önemli olsa da, Beat Allen Ginsberg, Jack Kerouac, William Seward Burroughs'la başlamış ve bitmiştir. Beat'in 'en revaçta' olduğu 1955'de Kerouac'ın sesini duyarız zira, "Her yerden yaban otu gibi 'beat' fışkırıyor." Bunun nedeniyse oldukça basit açıklar Kerouac, "Trenlere kaçak binen, sahillerde geceyi geçirip sabah yola devam eden bir ruh nasıl olabilir de her an kameralarla, sivil polislerle takipte olduğumuz bir çağda yaşayabilir?"

Beat'in en açık Zen ayağı olan -ömrünün sonlarında hrıstiyanlığa dönmüş olması bir Buddhi olması gerçeğini değiştirmez.- Jack'in 'kutsal kitabı' Altın Sonsuzluk'tan bölümlerle ve eylem adamı Ginsberg'ün Kuşbeyin'iyle yazımızı bitirelim;


The Scripture of the Golden Eternity


"14

Ona ne isim vereceğiz, aklın ortak sonsuz maddesi mi? Ona esans desek, kimileri onun parfüm, altın, ya da bal anlamına geldiğini düşünebilir. O akıl bile değildir. Tartışılamaz, kelimelere bile dökülemez, sonsuz ve aslında gizemli ve açıklanamaz da değildir. O veya budur o. Altın sonsuzluğu rahatlıkla “Bu” diye adlandırabiliriz. Ama “Bir isimde neler vardır?” diye soruyordu Shakespeare. Bir başka isimle altın sonsuzluk sevgili gibi olacaktır. Bir Tathagata, bir Tanrı, bir Buda, bir Allah, bir Sri Krishna, bir Coyote, bir Brahma, bir Mazda, bir Mesih, bir Amida, bir Aremedeya, bir Maitreya, bir Palalakonuh, 1 2 3 4 5 6 7 8 sevgili gibi olacaktır. Altın sonsuzluk X’dir, altın sonsuzluk A’dır, altın sonsuzluk ^’dır, altın sonsuzluk O’dur, altın sonsuzluk [ ]’dır, altın sonsuzluk a-l-t-ı-n s-o-n-s-u-z-l-u-k-t-u-r. Başlangıçta kelimeydi, başlangıçtan önce, ezeli sonsuzlukta özdü. Hem “tanrı” kelimesi hem kelimenin özü boşluktur. Suret suretini alarak boşluk olan boşluk sureti sizin görüp duyduklarınız, tam şu anda hissettikleriniz, ve tattıklarınız, bu satırları okurken düşündüklerinizdir. Bir süre bekleyin, gözlerinizi kapayın, birkaç dakika nefesinizi tutun, evrenin menşeindeki iç sessizliğe kulak verin, bırakın elleriniz ve sinir uçlarınız unuttuğunuz saadetin, boşluğun, özün, daima olmak ve daima altın sonsuzluk olma vecdinin farkına varsın. Bu unuttuğunuz derstir. "

25

O herşey olsa da, doğruyu söylemek gerekirse altın sonsuzluk yoktur çünkü herşey hiçbirşeydir: olaylar, gelişler ve gidişler yoktur: herşey boş olduğu, ve boşluk bu suretler olduğu için, boşluk bir biçimdir."

26

Tüm bu kendilikler zaten sona erdi. Einstein bu evrenin kocaman bir hava kabarcığı olduğunu keşfetti, bilirsiniz bu ne anlama gelir.

45

Bu kutsal kitabı anlamazsanız, ya da anlayamıyorsanız, atın gitsin. Özgürlüğünüzde ısrar ediyorum.

66

Altın sonsuzluğun ikinci öğretisi altın sonsuzluğun birinci öğretisi olmadığıdır. Böylece emin olun."

Jack Kerouac
Çeviren: Kerem Koç - Şenol Erdoğan


Kuşbeyin

"Kuşbeyin yönetiyor dünyayı! Kuşbeyin en son ürünü Anamalcılığın
Kuşbeyin Rus bürokrasisinin başı, esneyip duruyor
Kuşbeyin, F.D. Roosevelt`in atadığı, 30 yıl yönetip FBI`yı
.................................... ...............bir türlü defedemedi Cosa Nostra`yı!
Kuşbeyin bölüştürür yakılacak buğdayı, tabii
.................................... ...............dünya pazarında fiyatlar yüksek kalmalı!
Kuşbeyin Uluslararası Para Fonu aracılığıyla borç verip durur
.................................... ...............Gelişmekte olan Ulusların polis devletlerine!
Kuşbeyin, kendi başına yaralayamaz kimseyi asla
bağımlıdır kendisine pezevenklik eden dairesine
Kuşbeyin beyin nakilleri sunuyor İsviçre`de
Kuşbeyin gecenin köründe kalkıp düzeltiyor çarşaflarını Kuş beyinim ben!
Ben yönetiyorum Rusya`yı, Yugoslavya`yı, İngiltere`yi, Polonya`yı, Arjantin`i,
.................................... ...............Amerika Birleşik Devletleri`ni, El Salvador`u
Kuşbeyin çoğalıp duruyor Çin`de
Kuşbeyin Kremlin`in duvarına yerleştiriyor Stalin`in cenazesini
Kuşbeyin zorla benimsetiyor petro-kimyasal tarımı Afrika`nın çöl bölgelerine!
Kuşbeyin düşürüp duruyor Kuzey Kaliforniya`daki su tabakası düzeyini
.................................... ...............Orange İli Ziraat Bankaları için emerek
Kuşbeyin zıpkınlayıp balinaları bi güzel lüpletiyor yağlarını tropik bölgelerde
Kuşbeyin kafalarına vura vura öldürüyor yavru ayıbalıklarını sonra
.................................... ...............ne giyecek Paris`e gittiğinde
Kuşbeyin Pentagon`u yönetiyor kardeşiyse CIA`yi, Yükseliyor Semizgöt!
Kuşbeyin düzenliyor Time`ı Newsweek`i Wall Street Journal`ı Pravda`yı
.................................... ...............İzvestiya`yı bi yandan da o biçim yazılar
Kuşbeyin işte Papa, Başbakan, Başkan, komiser, Ulu lider, Senatör!
Kuşbeyin Reagan`a oy verdi ABD Başkanlığı için!
Kuşbeyin Mucize ekmek pişiriyor rafine beyaz undan!
Kuşbeyin köleler sattı, şeker, tütün, alkol
Kuşbeyin ele geçirip Yeni Dünya`yı kıydı Popocatetl`deki
.................................... ...............mantar tanrı Xochopili`ye!
Kuşbeyin Başkandı yüzlerce gizemli öğrenci makinalılarla tarandığında
..........................................Tlatelulco`da Kuşbeyin 20.000.000 aydınla Yahudi gönderdi Sibirya`ya,
......................15.000.000`u asla geri gelmedi Başıboş Köpek Kafesi`ne
Kuşbeyin bi bıyık bırakıp İkinci Dünya Savaşı`nın son yılında
......Amfetaminlerle kafa bulup yönetti Almanya`yı Kuşbeyin buldu kesin çözümü
Avrupa`daki Yahudi sorunu`na Kuşbeyin kotardı bu işi Gaz Odalarında
Kuşbeyin kodesten bi süreliğine çıkardı Lucky Luciano`yu
.................................... ...............herif mafya güvenlik altına alsın diye
.................................... ...............Sicilya`yı ABD Kuşbeyini için Kızıllara karşı
Kuşbeyin silah yapıp Kutsal Topraklar`da hepsini sattı Güney Afrika`daki
.................................... ............... .................................... ...............beyazlara hani
herifler Yahudi bile değil nasıl olsa
Kuşbeyin helikopterlerle donattı Orta Amerika`daki generalleri, herifler
.............rahat durmak bilmeyen bi yığın Yerliyi temizlesinler de uygun bi iş
.............ortamı yaratsınlar şöyle
Kuşbeyin bir yıldırma savaşı başlattı İsrailli Yahudilere karşı
Kuşbeyin Siyonist savaş uçakları yolladı gidip vursunlar diye
.............Filistinlilerin Beyrut çevresindeki ufak barınaklarını
Kuşbeyin yasadışı kıldı dünya pazarında Afyon kökenli ilaçları
Kuşbeyin biçimlendirdi Afyon Karaborsa`sını
Kuşbeyinin babası zımbaladı eroinci kuşları aşağı Doğu Yakası`nda
Kuşbeyin Akbaba Operasyonu`nu düzenledi zehirli gazlar püskürtmek amacıyla
.............Sonora`daki marihuana tarlalarına
Kuşbeyin hastalandı Harvard Meydanı`nda Meksika otu tüttürüp durmaktan
Kuşbeyin Avrupa`ya vardı Propaganda yoluyla hamamböceklerini kazanmak uğruna
Kuşbeyin yüce bir Uluslararası Ozan oldu dolaştı
.............dünyanın dört bir yanını Kuşbeyin Övgüleri söyleyerek
Sonuçları bildiriyorum, Şiir Yarışması`nı kazanan Kuşbeyin
Kuşbeyin Dünya Ticaret Merkezi`ni kurdu New York Limanı sularına,
.............tuvaletlerin umursamazca boşaltıldığı-
Kuşbeyin kesmeye başladı Amazon`un Yağmur Ormanları`nı ırmak kıyısında bir
.............kağıt hamuru fabrikası kurmak için
Irak`taki Kuşbeyin saldırdı İran`daki Kuşbeyin`e
Kuşbeyin Belfast`ta bombalar fırlatıp duruyor anasının götüne
Kuşbeyin yazdı Das Kapital`i! İncil`i döktürdü!
.............kaleme aldı Ulusların Zenginliği`ni!
Kuşbeyin insanlığı, Rockefeller Merkezi`nin tepesine
.............Gökkuşağı Odası`nı yaptı dans edelim diye bi güzel
Bağıllık Kuramı`nı buldu, hani ya Colorado`nun kayalık Yörelerinde
.............Nötron Bombaları yapabilsin Rockwell şirketi
Kuşbeyin aleti uzar sanıyor böyle yaparak
Kuşbeyin yeni bir casusu görüyor Dubrovnik`te Pazar Yeri`nde,
.............Gözlük Oteli`nin dışında-Kuşbeyin malafanızı emmek istiyor Avrupa`da,
.............yaşamı çok ciddiye alıyor, kalbi kırılır işbirliği yapmazsanız-
Kuşbeyin zorlu bi göreve gidiyor Komünist Ülkelere
.............kız arkadaşlar edinebilir öyleyse KGB`den gök gürülderken-
Kuşbeyin kavrıyor Buda olduğunu meditasyon yoluyla
Kuşbeyin pek korkuyor gezegeni havaya uçuracağım diye anlayacağınız
.............bu şiiri yazıyor ölümsüz olma isteğiyle-"

Allen Ginsberg
Çeviren: C. Hakan Arslan

* Belirtilmeyen çeviriler bana ait olmayıp, kime ait olduğu bilinmemektedir.

* Jack Kerouac - On The Road için,

http://rapidshare.com/files/69944789/jack_kerouac-_yolda.pdf.html

Golden Eternity için,

http://rapidshare.com/files/69945792/Alt_n_Sonsuzluk_KEROUAC.doc.html




* Yardımı için ş.e'ye teşekkürler.

rubens'le konuşmak



Rubens, sen, ruhuma dokunan kadınların ve kimi yamacımdan uzak savaşların, kralların, burjuvazinin içinden gelip giriyorsun gözlerime
bir adama meme verişinle

adam ki yaprak gibi yeşil
-o günlerde yapraklar yeşil değil-
adam yeşil olmayan yapraklar gibi yeşil
adam zincire vurulmuş
adam tutsak

kadın ki bir tanrıça gibi soylu
-o günlerde tanrıçalar soylu değil-
kadın soylu olmayan tanrıçalar gibi soylu ve
kadın sarılmış yeşil adama
kadının memesi yeşil adamın ağzında

ah, ruhum söyle bana nasıl bir kutsanmışlıktır bu
ve rubens, sen..
söyle, hangi renklere boyandı ellerin o kadının saçlarına dokunurken ve ellerken parmak uçların memelerine ve gözlerine yansırken yüzünün narinliği için neler geçirdi içine...
kutsanırken sen bir memeyle yeni tanrılar indi mi tuvaline kırmaya zincirleri...

haiku denemeleri--






su damlası akarsa
sonsuza ışı ışı
yağ okyanusa dolmaya

------

kar altı çiçeği
parıldar ancak
karla bütün olunca

------

tepedeki sursuz düş
yeşil bir damar
akar gölgemden göz görüş

ağıltı


ağlamak istiyorum biliyor musun,

şu son zamanlarda içime bulantılar yaratan yaşları solumak istiyorum öznesi birinci tekil nesnesi bilmem kaç çoğulla kaybolmuş gamzelerimden bahseden bileşik eylemli cümlelerimlen cümlelerimde.


-ah, nasıl da pervasız yalanlar söylüyorum, nasıl da arsız bileklerim kokan dişlerimden dökülen sesler...
susmak istiyorum oysa yalnızca, uçurumsal suskunluklarda değil, tinimi

geceye kattığım niceler gibim susmak... -



ki şu savrulan anın üzerime bıraktığı tek tebessüm dudağımın ucuna nicedir yapışık duran afgan kokulu sigaram.


şu savrulan anda sigaramdan başka tek bir iyeliğim varsa esen lotus rüzgarlarına ant olsun ki dibin dibinden kovanı boşluk yankılı bir mermiye gireceğim... şu elimden alınmışlığını ellerime işleyen anda sigaramdan başka tek bir iyeliğim varsa . . .


bilir misin içim nasıl sancır bu anlar, bilir misin gözlerimi nasıl unuturum ve bilir misin

n a s ı l b i r b e d d u a f ı s ı l d a r i ç ' m i ç ' m e . . .


hele ki, sigaramın bile tadı yokken . . . . . . . . . . .


sonsuz ölüm çizgisini hissetmek istiyorum diyor tümcelerim, ben . . . bilmiyorum . . .


sen hiç depresyonda olduğunu başkalarından duydun mu . . . ben ağlamak istiyorum neticede safi.


kafi.

"nimet il nisyan."*




"nimet il nisyan."*

zincirler inşa edenlerden değilim bedenler arasına, bedenimi zincirlemek niyetinde hiç... iç'nin zincirlenmezliğini bilenlerin kayıtsızlığındaki ruhumun yaşadıklarının esri mi bunca paranoyaklaşımlarım veyahut tüm'nü özleyen ruhumun hapsedildiği gölgeler dünyasının üzrindeki dolaşımı mı bunca yaşa'mım...

sorularım cevaba yönelik değil uzak -di'li geçmişten beri adam
soru işaretinin öneminin kayıplığında

kendimsil bir alfabede kendimsil cümleler yalanlıyorum yalnızca


şimdi sen,

bana yalanlar söyleme adam,

bana
cevaplar verme.

binlerce yaşa' yaşamışlığımla durduğum bu ayaklar üzrinde ayaklarımı yıkmak istiyorum yalnızca. yaşa'larım kafidir inanmadığım bu bedende sürdüğüm bunca hayal, kafidir bunca an'm, kafidir dokunmadığım sonsuzluğum, göremeyen gözlerimin çabası kafidir, bilemeyen tinimin bilmezliği kafi ve kafi. dir. almadığım sol. uk. larım.

ol. uk ol. uk k.an'mı iç.en adamlar ve kadınlar
kafi

...
..
.


diyebilirim rahatlıklan adam, zira
binlerce cümlemden daha az veyahut daha çok yalan değildir bunlar
da
.

bağsız olmanın istemiydi bu aritmatiği unutuşumdan bir kutsal kitabın kaçıncı sayfasına denk düştüğünü bilmediğim an'larım. -burada kullandığım çoğul ek'ni bağışla, lakin belkim tek'e ulaşabilseydi bilinmeyeni ardışık sıralı ayetsel denklemlerim, bu yalanları bile saymakla uğraşmayabilirdim sana.- gözlerimdeki maden oranını azaltma istemi diyenler de var çabalarıma, ki kabulümdür hiçbir denenin vermeyişini bilen bir ruhça. ve hatta kabulümdür koydukları tüm isimler ruhuma, kabulümdür kükürt kokan -lerce üzrime edilmiş küfür ve kabulümdür pıhtısı kan kurumuş jilet yaralarım, ki çokca severim her yar'ılmışlığımdan akan duraksız kanlarımı.
kabulün umursamazlığın dölü oluşunun farkındalığından beridir adam,
ağzım yoktur reddedeşmeye

ki en büyük kabulüm kendimdir kendimsizliğimle.


tomurcukta değil, yaprakta görenlerden oluşa özeni zihinsizliğimin bilincinden gerisinde değildir her uyanışta daha dumanlaşan, bol çürüklü ağız kokum lakin damarları kangren bir bilincin iyeliğinden midir sektesiz yok oluş düşlerim, tüm damarlarımdan akan kanın her doğumumda tekrar katıksız çekilişinden midir bedensiz düşüşlerim...

düşüşlerim beni yok etmeye yetersiz kaldı adam,
b.i.r'liğn özleminden düş-sem kafi gelir mi
...


(* unutmak nimettir.)

yol



gitmenin sonsuz arzusu tinimde. damarlarım akın akın işgal altında. benliğim vicdanın reddinde. ışın ışın tek bir arzu ele geçiriyor yanlarımı; yol.

yolda olmanın içine düşmeyenleri bilmezler, yol seyahat değildir, gidiş, varış amacında değildir ve yol tıpkı hayat gibi sonsuzdur. eylem yolda olmak, sebep, amaç, arzu... yolda olmak ve bunun ötesi yok.

yol bir kez seni ele geçirdiğinde dönüşü yoktur. ruhuna sonsuz junk gibi giren yol, seni kendine bağlarken esirsizliğin, sonsuzluğun ve -sızlığın kapılarını açar. bir algı olayıdır tüm olan biten der nice kutlu kişilik, bir algı olayıdır yaşam ve yol, algını açan, betimleyen, betimsizleştiren, sınırsızlaştıran, seni özgürleştirendir ki tüm bunlar yaşamsal pratiklerin gerisine dairdir zira bu yüzdendir yol'un algılanmayışı tüm bedenler tarafından. bedeni yıkmak demek maddenin aşımında koca bir adımsa ve ki maddeyi aşmanın hiçbir anlam taşımadığı ruhlar -ki onlar ruhlarını ve bedenlerini birbirlerinden ayırdıkları gibi ruhlarını da maddeleştirerek kendilerine en sonsuz duvarları inşa edenlerdir.- asla algılayamayacaklardır gerçeği ve gerçeğin her -defasında- yolda keşfini.

yol sahipsiz ve aitsizliktir zira yolda yaşam bedenen ve ruhen dokunmamak, akmaktır. akmak ki suya özgüdür ve su karşısına her ne çıkarsa çıksın saf varlığından bir şey kaybetmeden kendi kalandır. yol su olmaktır ki bu varlığın maddesel ilk izdüşümüdür aynı zamanda; rahim boşluğundaki salıntısını özleyen bireyin nihai yönelimidir yol.

ve bu nedenledir ki toplumun 'sıradan' bireyinin de yaşamının sonuna dek süregiden özlemidir yol, onu kuşatan binbir duvar içinde -ki bu kuşatmanın epeyce önemli yapıtaşı ailedir.- toplumun ona sahip olmasını imlediği onlarca şeye sahip olsa dahi mutsuzluğun onu sarmasının nedenidir. sonsuza dek rahmi özleyen insan, toplum normları içindeki yaşamında akamaması, akışın içinde kendini akışın bir parçası, kendini akış hissedememesi sonucunda o arayıştan bu arayışa sürükleyip yolu arayacak, rahmini özleyecek, mutsuz olacaktır.

yol bireyin kendini varlığına en yakın hissettiği'dir, rahme dönüştür ve yol, birey varlığının en nihai amacı, özüdür.

"çünkü yol, hayattır."
jack kerouac - on the road

su'ya arizu



arizu, gel buyur pencereme. görümün dibinde ışılda sonsuzlukta.

arizu, gir boşluğuma. boşluk ki yokluktur. boşluk ki yoktur ve boşluk herdir. tüm safi boşluktur. gir boşluğuma. salın. dolan. sarım sarım sarın kadınsız kadınlığıma. kesiklerimi dilinle diktikten sonra yık, yak ve yok et tenimi, bedenimi,

benim bedensiz olmam gerek.


arizu, kurban et bileklerimi güneş tanrıya. bileklerimden kes gövdemi, parçala, şırıngala. şırıngaylan kendini aşıla sonsuzluğuma. sonsuzluğumu sonsuzluğunla dölle. rahmimi al arizu, verimliliğimi kurut,

benim doğmam gerek.


arizu, oyduğun etimden akan kanı iç damarlarınla, vicnanamı kır, kaybet, bağla bağsızlığa. sıyır damarlarımdan ezberlerimi, ayrıştır etimi namamdan, rupamdan ötede. sıkıştıdığım uzaysal kütleyi yık, böl, parçala kollarında, bedenimi kirlet,

gövdemden berisini görmem gerek.


arizu, muma ulaşmam gerek,
gölgelerle sevişmiyor nice gözlerim,
upadanamı aşmam.

arizu, bilgiyi ver bana, görümün açılışını kutsa dumanınla. sayfalarımı yırt, yapraklarımdan köküme var, köküme sutralar oku, doku, dokun. dokun dokunmadan arizu, tenime teğet geç, tenimi geç, tenimden geç, gir içre, gir içime arizu. içimi sil, dağıt, kes. kes parçalarımı.


parçalarımın tüm olması gerek.


arizu, bil, bil bilgisizliğimi, bil hiçliğimi, bil beriliğimi, görüntüyü karart, mağarayı yık, platon'u içeri tık arizu! ...

bana gerçek gerek.


gerekliliklerimi yok et arizu, şartlarımdan sıyır eylemlerimi, eylemsizliğe vardır bedenimi, gereksizliklerden arındır ruhumu. ruhumu serbest bırak arizu, sürgün et zincirlerimi, zihnimin oyunlarını boz karanlığa vurdur.

beni junkla arizu, beni junklan kutsa.


isimsiz isa'yı uyandır özümde. golgatha'dan kurtar gözlerimi, çarmıhımda çivi ol arizu. çarmıhımın mıhını tao'nun lotus'u kıl. bedenimi kölen kıl arizu, soy bedenimi ben'imden, tinimi su'ya bırak.

bana şarap ver arizu, bana şaraplan kan ver. kanımdaki şekeri çek beynimden, meskalinim ol arizu.

benim karanın rengahengini görmem gerek.


arizu, yol ver bana, şerit çek içime, ray ol, yol ol arizu, beni yol kıl.

gitmem gerek.


arizu,
çöz beni,
erit,
ak içime,
ak akışkanlığıma arizu,
akı'da buluş benlen.
uçu'da buluş.
uç.
uç benlen.
su'su' uç benlen arizu....



ben'm mokşa olmam gerek
---------------------
.!.
.


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* vicnana: şuur, bilinç
* nama, rapa: ad, biçim
* upadama: varlığa bağlanma
* mokşa: özgürlük

KARA




iki bin yedinci bir mayıs için....

soğan yörüngeli pazarların cücüğünde
otuz bir güneş turu boyunca,
bin otuz bir kere dönerek siz,
otuz bir çektiniz.

karardı bu sene, sevişti mayıs.

kulağında medeniyetin çöküş rapsodisi




KULAĞINDA MEDENİYETİN ÇÖKÜŞ RAPSODİSİ
AĞZINDA BURUK VE KONYAĞIMSI YIRTIK MELEKLER
DİŞLERİ ÇAPA DİŞETLERİ TOPRAK
KADINLARIN SONSUZ VE SOLUKSUZ ÇIĞLIĞI BU
DUYMAZSIN İNLER GECELERİ
BİR DİŞİ KIRIK YALNIZ KURT KALBİNİ AVUCUNDA TUTAN YIRTIK BİR MELEK
DUYMAZSIN VE KOKU ALMAZSIN
BURUN UCUNDA SON BİR DUMAN AFGAN
AĞZIN DUMAN
AĞZIN ÇAPA
AĞZIN TOPRAK
BİR CİGARA YARIM SOĞUYOR KÜLLÜKTE
İÇİMDE SEN BENİ BEKLİYORSUN
İÇİNDE SEN BENİ BEKLİYORUM
KİMSE KİMSEYİ BEKLEMİYOR
KİMSESİZ ZAMAN ARMONİLERİ RUHUN
RUH SAHİPSİZ VE KENDİNDEN BİLE
DIŞ BEDENE HAPİS
RUH KİMSESİZ SEN KİMSESİZSİN
KİMSEMİZ YOK KİMSE YOK
KULAĞINDA MEDENİYETİN ÇÖKÜŞ RAPSODİSİ
İÇİMDE BİR YERLERDE BENİ BEKLİYORSUN
İÇİNDE BİR YERLERDE SENİ BEKLİYORUM
BEYNİNE SÜZÜLEN DUMAN RUHUNU ELE GEÇİRİYOR
DUMAN OLUYORSUN
DUMAN OLUYORUM
İÇİMDE BİR YERLERDE BENİ BEKLİYORSUN

su'



yeli kovan akrepler çöplüğü- zamanın yıkımın'dan.

iç-çek-işlerin tümü dair için-in- iç-in-den çekilmesine mi yoksam iç ilen sarmalın kesişlenmezleğine mi... iç-im iç-im-den çekilirken ki büyümek dediler buna, yaşam dediler, ben miydim anlamayan...

yazdıkları tarihlerin göremeyeceğim-n denli ırağı bu, doğuşum-n-un-rahmim-n-in bilinmezliğine tutsak bırakılırken ruh açılması gerek -ışıldaması için- sutralara tutsak kılındı ellerinde. ki ellerinden kaçmaya her çabanın parmak ucu ellerine eklentili.

düş-sel bir yol-culuk mu-yuz biz-yaşa'. düş-gerçek ayrımını incelten zihnim-n gerçeğin göbek deliğine çivilemeye çalışan-lar gördükçe ağla-r kendine. maz mı. lar. lar ve bu ilahi satori. kutlu ki ay parmak, parmak aydır aslında ve parmakla ay ayrıdır aslında. s-b/en ayn-r-ılığımızın susundayız ya, bu nice coşkun geliyor ruhuma ve nicedir düşmüş tin nasıl da sırılsıklam gepgeliyor görü kutuma.

-ki bu okurken oldu seni bir kısa yaş kutsadı var-lığını ya bugün yürürken yolda yağmur ve çamur bulamayan betonarme ayaklarım isteksiz ilerlerken yolda. dedim,
şizofrengims-in/en en
gerçek
.

özlemeyi yitirttiler ki onların lanet olasıca hayat kavramları buydu ki verirlerken bize, hayatlan hayal değiş-tokuş.

bir laf var bilir misin, nasıl yaşamam gerektiğini gördüğüm gün nasıl ölmekte olduğumu gördüm. -şimdi hatırlamıyorum kimin-neyin olduğunu.- bur-nda gizli çok şey mi var...
-soru işaretlerim kayıp.-

istiyorum, çok şey istiyorum. tek bir şey istiyorum. tek bir şey safi. ki bıraksınlar kafi. bıraksınlar yol olim-su olim-akim-akim-- yollardan yatağıma.

farkındalıklan yatağımızı mı arayandık biz, ceninde bir rahim olmak istesem şimci.
ve şimci hindistan'da bir tapınağa, katmandu'da bir sokağa düşmek istesem.
ve şimci istesem sen.
sen şizofrengim-sen
kıl beni şizofren
ki bu defa

dönüşsüz olsun
--

sahi. kus-tun mu sen. içinin çıkmasıysa içinden ki kırık düşlerinin kus
ve bu sefer
b o ş
kal
.

ilahiler söyleyen sessizliğin şahidi adına duyuyorum sesi-ni varolu-şunun dibinde-n duran-gelen. is
te
se
m


istesem ki dün-ya(ğmur) mor sancılı jiletlerin intihar pıhtılı kuru sinek gövdelerinden bedenime inen ışı-eternity-golden eternity ol. sa.
n.
da
.

istesem ki---------------
mesem ki.
sam. sam. ki.

ol.
sam ki.


pencerenden süzülen cinnet mi cehennet--kendinden kendime
tenime
benime

...

.

susu tüm kelimelerimden çok şeyi verir burada ki o
tanımsızdır veyahut
tanıma dökülse
yalandır
.

pagan törenleriylen kutsa b-s/en'i
şaraplan kutsa
mesih'in günahında
golgatha'da kutsa
çarmıhın kanında
doğu'ylan kutsa b-s/en'i--ah!
farsça dualar oku kulağıma

kasyapa'm-n adına


---------------------------------------------------

Söylenceye göre, Buda bir gün elinde bir çiçekle onun vaazını bekleyen öğrencilerinin önünde konuşmadan oturur. Öğrencileri arasından sadece Kasyapa Buda'nın mesajını anlar ve gülümser. Böylelikle Dhyana (Zen) Kasyapa'ya aktarılmıştır.

zen budizmi hakkında genel bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Zen#Zen_Okulunun_K.C3.B6keni